İRLANDA
CANVARI SUAVİ
Mevsimlerden
en sevdiği her sene değişen bir arkadaşımızdı Murat. Son görüşmemizde
ilkbahar demişti; köydeki çocukluk günlerini hatırlatıyormuş ona. İki
sene önce de kışı seviyordu en çok; yağmurlu günlerin çokluğundan,
herkes ondan kaçıp biryerlere sığınmak isterken ben tadını çıkarırım
yağmurun.
Onu beklerken aklıma not düştüm: en sevdiği mevsimden konu açmak eğlenceli olabilir.
Buluşma
yerinde bir boş bir masaya oturup kahveci güzelinden bir krem şokola daha
istedim. Ağır ağır yemeye başlamıştım ki Murat geldi. Saçlarını uzatmış,
yakışmış da. Eski adam. Gel otur bakalım karşıma. Anlatacaksın bana bugün
herşeyi. Neler var anlatacak bakalım mevsim içlerine sıkışmış. Murat bu
işte. Mevsimlerin adamı. Gel otur karşıma. Anlatacak çok şeyin olmalı.
Bence bu sefer de ilkbahar diyecek. Bilmişsem eve dönerken pastahaneden 1 kilo
profiterol anlaştık mı? Tamam. Dörtte bir şansın var. Dur, sonbaharsa da
yarım kilo ama. Baharını bildim diye. Tamam tamam. En az yarım kilo
profiterol yeme ihtimalim yüzde elli. Bir kilo yeme ihtimalim yüzde yirmibeş.
Ama hiç yememe ihtimalim de yüzde elli.
İskender,
profiterol konusunda sonuca vardıktan sonra elini kaldırıp yerini belli etti
Murata. Murat da onu görmüştü ve yanına doğru her zamanki güleç yüzüyle
yaklaşmaya başladı. Murat gelince İskender ayağa kalktı; sarıldılar, öpüştüler.
O
sırada büyük bir gürültü duydu insanlar. Daha çok ortama uzak olan
insanlar. Ortama yakın olanlar nerdeyse sağır oldular. Çöp tenekesi yanına
bırakıldığından beri kimsenin dikkatini çekmemiş olan kesekağıdı
patlamıştı. Ölü-yaralı yok. Beyinlerde geçici zonklama ve kulaklarda geçici
duyma zorluğu olacak bir süre. Polis geldi ve Muratı aldı götürdü. Hiçbirşey
söylemeden ve tereddüt etmeden. İskender kalaldı başağrısıyla kargaşanın
ortasında.
Murat,
muhteşem İstanbul eylülünün tadını çıkararak vapurun en üst katında
sigarasını içiyordu büyük bir keyifle. Martılar bile herzamanki gibi. Yanındakiyle
konuşurken ara ara anırır gibi gülen adam bile keyfini kaçırmadı. Boğaza
konsantre olmuştu çünkü. Özlediğini biliyordu. Şimdi de bu kavuşmanın
tadını çıkarıyordu.
Kesin
erkendenden gidip birşeyler atıştırır İskender. Obur adam. Yine de şişmanlamaz.
Belki zaman onu şişmanlatmıştır. Neyse az kaldı göreceğiz sevgili İskenderimizi.
Kafa adamdır. Neşeli ve güldürgeç çoğu zaman.
Beşiktaş iskelesinden çıkarken izlendiğini hissetti Murat. Mustafa Sandala benzeyen bir adamla gözgöze gelmişti vapurda. Şüphelenmişti ama keyfini bozmamıştı. Şimdi de aynı adam hem Mustafa Sandala benziyor hem de onu izliyordu. Kalabalığın arasına özenle karıştı Murat. Ama Mustafa Sandal Murata farkettirmeden onun bir fotografını çekmişti bile. Murat yeşil ışıkta karşıya geçip Kadıköyün ara sokaklarına doğru hızlıca yürüdü.
Mustafa
Sandal olamaz zaten o, bırakırlar mı hayranları. Etrafını sararlar. Hem ne
işi var Mustafa Sandalın vapurda? Neyse ben İskenderi merak etmeye
devam edeyim. Mustafa Sandal nerden çıktı şimdi. Buralar da değişmiş
biraz. Ama hâlâ güzel. Olacak tabii, buranın ruhu ölmez. Tadı var buranın
tadı. Kokusu var her çeşit rüzgarda ayrı. İşte burası. Kaç kere buluştuk
kimbilir burda daha önce. Kesin şimdi içerdedir. İllâ ki önce gelecek âdetidir.
İşte orda. Hayret hiç değişmemiş. Tatlısı önünde ve zayıf. Gördü
beni. El sallıyor gülerek. Merhaba arkadaşım geliyorum yanına.
İskender
hemen ayağa kalktı ve önce sarıldılar sonra öpüştüler. Ağzını açacaktı
ki Murat büyük bir gürültü duydu insanlar. Bomba patladı. Ölü-yaralı
yok. Kulaklarda geçici hasarlar mevcut. Kargaşa. Çoğu kişi neye uğradığını
anlayamadı. Kısa süre sonra polisler geldi. Hiç tereddüt etmeden Muratı
alıp götürdüler. Murat itiraz etti, debelendi. Minübüse itildi.
İskender
şaşkın, Murat şaşkın, insanlar zaten şaşkın.
Şaşkınlığın
dozunu artırmakla kalmayıp bazılarının bir anda bayılmasına neden olan
olay tam seksenyedi saniye sonra gerçekleşti Muratın polis minübüsüne tıkılmasından.
PTT binasının hemen yanında patladı ikinci bir bomba. Fena zarar verici.
Yangın çıktı. Yeni susmuş alarmlar yeniden çalmaya başladı. Bu sefer ölü-yaralı
çok. Koku var etrafta, yanık kokusu. Sonra birden yağmur başladı, şimşek
çaktı, gök gürüldedi. 18 saniye sonra 7.8 şiddetinde bir deprem oldu. Kadıköy
yıkıldı. Daha çok kişi öldü. İskender kafede ezildi, Murat da polis minübüsünde.
Çığlıklar, iniltiler etrafı kapladı. Canlı kalanlar şaşkın, aşırı
korkmuş. Vapurlardan biri iskelenin çatısında. Haydarpaşanın alevleri
bu görüntüye arkaplan olmuş. Çok büyük felaket. Etrafta sağlam kalan
bina nerdeyse yok. Sonra bir artçı sarsıntı geldi. Bu da tahminen 5 küsür.
Bu
artçı sarsıntı artık iyice sinirlerini bozmuştu boğaz canavarının ve
denizden çıkıp atrafı dağıtmaya başladı. İnsanları kocaman kocaman
ayaklarıyla eziyor bazılarını da ağzına atıp yiyordu. Felaket üstüne
felaket. Ne yapacak şimdi bu millet? Nerde lan bu devlet?
Karakter kalmadı Kadıköyde. Fena yıkım oldu. Canavar ortamı temizledikten sonra sıkıldı ve Egeye doğru daldı boğaza. Sonra herşey duruldu. İtfaiye, sağlık ekipleri, jandarmalar, meraklı vatandaşlar, vatanı kurtaranlar, hepsi geldi Kadıköye. Hepsi de üzüldü, isyan etti. Bir de canavarı merak etti. Suavi o yıkımdan sağ çıkan tek kişi oldu. Onun da tek hatırladığı bir otobüs biletine ihtiyacı olduğuydu. O gün doğan 81 çocuğa Kadıköy ismi verildi yurt genelinde. Ama herşey Kadıköysüz devam etti. İçimizdeki İrlandalılar da buna bayram etti. Geberesiceler!