Remzi’nin Ölümü

 

“İşte çaylar da geldi, küçük beyin oraleti de. Eee anlatın bakalım Vehbi Bey, işler nasıl gidiyor, yenge nasıl?”

“İşte çaylar geldi, Ufuk’un oraleti de. İşler iyi Mustafa Usta, bildiğin gibi. Hanım da iyi Mustafa Usta bildiğin gibi.”

 

Adı Remzi çay getiren çocuğun. Kafası üç numara, yeşil kazağı enine çizgili, mavi kot pantolonunun da dizkapakları yamalı. Oto sanayi sitesinde bu yaz başlamış çaycılık mesleğine. Meslek olarak yapacağı şüpheli bu işi hayatı boyunca. Açıkgöz bir çocuğa benziyor. Şimdilik getirip götürüyor işte. Daha 11 yaşında olduğundan kafasında düşünecek fazla meselesi yok. İşine bakıyor fazla düşünmeden “şeyler” üzerinde. Çay, kahve, ıhlamur, oralet...

 

“Anlıyorum Vehbi’ciğim, biliyorum da ayrıca; bazı şeylerin üzerine gerektiğinden daha az emek sarfedilirse değerlerini yitiriyorlar değil mi?”

“Kısmen Mustafa Usta, kısmen. En iyi bildiğimiz gerçeklikler bile şu çaycı çocuk tarafından algılanamayabiliyorsa bu gerçeklerin değeri ne kadar kalıcı olacaktır ki? Bu bağlamda, sarfettiğin emek tamamen senin değerlendirmene göre gerektiğinden az ya da fazla olarak algılanabilir. Sakın alınma ama sen kendin feragat ediyorsun gibi geldi bana “şeyler”in değerinden.”

“Evet, belki de haklısın ama yine de düşünesim gelmiyor bazen düşünmem gerektiğini bildiğim halde kaportalardan başka konular üzerine. Bu beni ne kadar rahatsız ediyor bilsen. Bir elektrikçi tanımıştım bir zaman önce. Bıkıp usanmıştı elektrikçilikten. Yanına iki tane kalfa almış, hiçbir işle ilgilenmez olmuştu. Bütün gün okuyup yazıyordu. O zamanlar onu hem anlamamış hem de imrenmiştim. Şimdi kendimi ona daha yakın hissetmeye başladım. Acaba diyorum, kaportalardan ne öğrenebilirim bu hayatta artık?”

Ufuk babasının dizine vurdu ve utangaç bir şekilde hadi gidelim diye fısıldadı babasının kulağına. “Tamam oğlum az kaldı gideceğiz.” Ufuk deminden beri bakmakta olduğu araba dergilerine döndü. Tam bu sırada Remzi boşları almaya gelmişti. Mustafa Usta küçük beye bir oralet daha içip içmeyeceğini sordu. Ufuk olur dedi ve babasına baktı. Kötü birşey yapmamış olduğunu anlayınca araba dergileriyle sıkılmaya devam etti.

“Mustafa Usta unutma ki sen bir kaporta ustasısın.” diyerek konuya döndü Vehbi Bey. “Eğer işi kalfalara bırakırsan burası eski müşteriyi çekmez. Kazancın azalır. Ama seçim senin. Yine de zor olur kanaatindeyim bütün gün okuyup yazmanın bu gürültüler arasında.”

“Haksız değilsin Vehbi Bey bu konuda ama ne bileyim işte, içimde bir sıkıntı var. Her şeyi birden bırakıp kendime dalmak ihtiyacı hisseder oldum. Artık pek çok şey eski tadında değil.”

“O zaman şeker koy.”

Vehbi Bey Ufuk’a öyle bir bakış attı ki, Ufuk hiçbirşey demeden uslu çocuk moduna geri döndü. Ama Mustafa Usta’nın hoşuna gitmişti bu çocuk zekası. Katıla katıla gülmeye başladı daha Ufuk sekizinci kere resimlerine bakacağı dergiyi eline almadan. Vehbi Bey de ona katıldı hafiften. Ustalarının kahkahasını duyan çalışanlar da bir an yazıhaneye dikkat kesildiler.Onlar da gülümsediler kendi aralarında. Tam o sırada Remzi yine geldi. Ortam gülüşlerden yeni sıyrılmıştı ve yanaklar eski hallerine yeni yeni dönmekteydi. Remzi çay bardaklarını tepsisine koyduktan sonra oralet barağını aldı. Yazıhanenin kapısına doğru yönelmişken Ufuk’un çelmesiyle kendini yerde buldu Remzi. Tepsi ve bardaklar orta dereceli bir gürültü çıkarmıştı ve bu yazıhanedeki diğer iki kişiyi bir an korkuttu. Bu düşüşün sebebinin bir çelme olduğunu odada sadece iki kişi biliyordu ama kırılan oralet bardağının Remzi’nin boynuna battığını herkes gördü. Gayet ritmik bir şekilde akmaya başlayan kan yazıhanenin zemini kaplamaya başlarken büyük çaplı bir panik yaşanıyordu içeride. Ufuk korkudan “Ben yapmadım! Ben yapmadım!” diye bağırmaya başlamıştı. Ama onu duyan yoktu. Mustafa Usta hemen Remzi’nin yanına gitmiş ne yapacağını bilmez halde elini kanayan şah damarına bastırmaya çalışıyordu. İki çırak da gürültüye koşmuş odadaki durumu görünce gecikmeden telaşa kapılmışlardı. Vehbi Bey olabildiğince soğukkanlı dışarı koşup “Doktor çağırın!” diye bağırmaya başladı. Eyleminin anlamsızlığından habersizdi. Yine de etraftan birkaç kişi yanına gelip sordular bu davranışının sebebini. “içerde... kanıyor...” diye kekeledi o da o birkaç kişiye. O bir kaç kişi de hemen yazıhaneye koştu.yerde yatan küçük bir çocuk, etrafta bağırıp duran daha küçük bir çocuk ve eli kanayan çocuğun boğazında bir adam gördüler. Şaşırma faslını çabuk atlatan biri telefona atılıp ambülans çağırdı.

Ambülans geldiğinde çok geçti. Remzi’nin küçük kalbi iyi çalışmıştı. Büyük bir cömertlikle pompalamıştı ne var ne yoksa yazıhanenin zeminine. Herkes bir şok içindeydi. En çok da Ufuk. Artık kendini bir katil olarak görüyordu. Sekiz yaşındaydı ve çok film seyretmişti. Çok sahte ölü görmüştü televizyonda. Ama hiç bu kadar gerçek kan görmemişti hayatında. Kan kokusu burnundan gitmiyordu ve eve dönerken arabada hiç konuşmadı babasıyla.